25 Şubat 2008 Pazartesi

Ege’nin güneyinde eski bir merkez... Marmaris

Mitolojik kahramanlardan Heredot, Dionysos, Heraklitos gibi tanrıların doğum yeri olan Marmaris’te yaklaşık 10 antik şehrin izine rastlanılmıştır. Bugün hala birçok tarihi kalıntının bulunduğu bu yerlerden bazılarının isimleri; Bozburun (Tymnus), Hisarönü (Erine), Gölenye (Amos), Marmaris İlçesi (Fhyskos), Pisiköy (Psiye), Bozukkale (Loryma)... Antik çağın büyük mimar ve heykeltıraşları, eserlerini burada yaşamış tanrı ve tanrıçaların hikayelerinden esinlenerek yaratmışlardır. Bu kasabaya atfedilmiş öyküler onların esin kaynağı olurken hikayelerde dilden dile dolaşarak Marmaris yöresinin vazgeçilmez öyküleri halini alır.
Tarihi açıdan görsel zenginliklere ve dantela gibi işlenmiş koylara sahip bir kentin şirin, küçük ve güzel bir kasabası Marmaris’i görmeye gidiyoruz.
Tabii tüm heybetiyle gökyüzünde salınan güneşten nasibimizi alarak. Ancak öyle bir an geliyor ki, yaptığımız uzun yolculuk sonrasında karşı karşıya kaldığımız manzaranın etkisiyle nefesimizi tutma ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü yüksek bir tepede ilerleyen otobüsümüzün içinde, sanki her an kucaklaşacakmışız gibi dalgalanan uçsuz bucaksız Akdeniz, tüm ihtişamıyla tam karşımızda yerini alırken, bizler bu büyülü, bu güzel dünyayı keşfetme arzusuyla sık ve ulu ağaçların arasından iniyoruz aşağıya doğru, Okaliptusların arasından.
Coğrafi açıdan önemli bir yerde bulunan Marmaris, etrafı kıyıya Yalancı Boğaz olarak bilinen çok dar bir yarımada ve adalarla kaplı bir koyun içinde yer alıyor. Yüzyıllar önce denizden ya da karadan gelebilecek bir saldırıya karşı kenti korumak amacıyla bir tepenin üzerine yapılmış bir kale içindeki evler, zamanla kasabayı ele geçiren medeniyetlerin değişmesi ve gelişmesiyle büyür İlk İonialılar tarafından yapılmış olan kale, Kanuni Sultan Süleyman Rodos seferi (1522) sonrasında çok küçük bir alanda kurulu olduğu için onarılarak, büyütülür ve böylelikle hayat değişime uğrar. Yerleşim, önce kaleden eteklere oradan da kıyı boyuna yayılarak gelişir. Bugün oldukça küçük bir alanı kaplayan kalenin içi “1980 ve 1990 yılları arasında büyük çapta bir restorasyona girerek bugünkü görünümünü almıştır”. Ayrıca kalenin içinde değişik objelerin sergilendiği bir de müze yer almakta.
Küçük bir alan üzerinde kurulmuş olan bu kalenin dışında ise birbirlerine çok yakın yapılmış birçok eski ev var. Genellikle tek ya da iki katlı taştan yapılmış olan bu evlerin arasında dolaşıyor ve otantik eşyaların satılması amacıyla dükkan haline getirilmiş bazı evlere girip çıkarken kendimizi kasabanın içinde buluveriyoruz
Uzun soluklu bir dönemin bu küçücük kasabasında dolaşırken hızla akıp giden zamanın bir kenti alabildiğine değiştirmesine şaşırıyor ve hep söylenen bir soruyu tekrarlıyoruz kendimize. Tarihi bir kent nasıl bu kadar çabuk yok olabilir? Birçok medeniyete tanıklık etmiş olan Marmaris’in 1937 depreminde büyük ölçüde zarar görerek yıkılması sonrasında yeniden yapılandırılarak turistik bir mekan haline getirilmesi, bu kasabanın eski görünümünün tamamen değişmesine sebep olmuş. Ancak turizme yönelik çalışmaların arttırılması özelliğiyle Marmaris, bu yörede turizme açılan ilk ilçe olmuştur O günden bu yana birçok yerli - yabancı turisti ağırlayarak bu yöredeki turizmin gelişmesine öncü olur.
Ancak yeni yapılmış binaların birbirinden bağımsız, dağınık bir şekilde inşa edilmesi, ilçenin bir zamanlar varolan tüm güzelliğini bozmuş durumda. Merkezin her yanının otel ve apartlarla kaplı olması genel görünüm açısından biraz üzüntü veriyor. Fakat merkezdeki bu dağınıklık, kıyı kesimlerine indikçe farklılaşıyor. Özellikle Ege ile Akdenizin birleşim noktasındaki görünüm tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Öyle ki burada demir atmış gemilerin birbirini takip edercesine yan yana sıralanmışlığı bir başka dünyaya götürüyor bizi. Esen tatlı bir rüzgarın uğultusuna kulak vererek bırakıveriyoruz kendimizi, gemilerin ihtişamını seyretmeye. Karşımızda duran uçsuz bucaksız deniz ise marinaya demir atmış gemilerin arasından farklı bir güzelliğe bürünüyor. Yan yana sıralanmış gemilerin göklere uzanmış direklerini takip ederken tüm limanı bir uçtan diğer uca kadar gezme imkanına sahip oluyoruz. Limanın tam karşısında yer alan cafe - bar ve restauranlardan ise gemileri ve uçsuz bucaksız gökyüzüyle birleşen mor ve yeşil dağları seyretme keyfine doyamıyoruz. Havanın yavaş yavaş kararmasıyla yanan ışıklarla hareketlenen sokaklara ‘merhaba’ derken gece, ayrı bir güzelliğe bürünen bu şirin kasabada hayat eğlence mekanlarıyla devam ediyor. Birbirinden güzel koylara sahip Marmaris’te halk ve turistler istedikleri her yerden denize girebiliyor. Antik şehirlere ve koylara düzenlenen turlara katılabiliyor ve her daim en güzel enstantenelere sahip olan Marmaris’in bir çok tepesinden gün doğumlarını ve batışlarını seyrederek doğanın keyfini sürüyor..
yazı: Gönen Gerzile, fotograf: www.math.umn.edu/... adresinden alınmıştır.

22 Şubat 2008 Cuma

İzmir'de eski bir kent, Erytrai (Çeşme)

Sakız Adası’nın tam karşısına denk gelen bu yer içeriye doğru girintili çıkıntılı olduğu için deniz ticareti konusunda tarihin her safhasında korunaklı bir konumda olmuş. Aynı zamanda da güvenli. Çünkü Erythrai(Çeşme) kentine; geçmişte doğu ve batı ülkeleri ile ticari ilişkilere sahip olduğu için denizdeki hareketi kontrol etmek amacıyla yüksek bir tepede kurulmuş büyük bir Akropol yapılmış. Buradan tüm liman rahatça görülebiliyor ve denizden geçen gemiler kontrol edilebiliyordu. Öte yandan Sakız Adası ile Çeşme yarımadasının arasında varolan küçük geçit zamanla esen poyraza denk geliyor ve buradan geçmekte olan gemiler esen şiddetli rüzgarda alabora olmamak için Sakız Adası’na ya da Çeşme limanına sığınarak dinleniyorlar sonra tekrar yollarına devam ediyorlardı.
Bugün koylarıyla oldukça geniş bir alanı kaplayan Çeşme beldesinin tarihi geçmişi çok eski. M.Ö. 9. Yüzyıllarda kurulduğu sanılan bu kent, antik çağda Kiysus adını taşıyan bir kasaba olarak İonlar tarafından kurulmuş 12 kentten biri olan Erythrai’nin bir iskelesi olarak kullanılıyordu. Bugün hala liman kenti olarak kullanılan Çeşme, ilginç bir mitolojik öyküye sahip.
yüzyıllar önce İonia kentinde birbirlerine karşılıklı yaşayan Erythrai (Ildırı) ile Khios (Sakız) adalarında küçük ama sevimli iki kent varmış. Deniz ticaretini çok iyi olduğu bu kentler deniz geçiş yollarını kendi ellerine geçirme konusunda ısrar ettikleri için birbirleriyle anlaşamadıkları için devamlı sorunlarla karşılaşırlarmış. Bu nedenle o dönemin deniz ticaretinin büyük kısmını elinde tutan Fenikeliler, onların bu durumundan yaralanma amacıyla planlar yaparak iki kenti devamlı surette birbirine düşürürmüş. Yine böyle bir zamanda Fenikeliler, ticaret Tanrısı Hermes’in şat üstüne oturtulmuş altından bir heykelini yaparak gece karanlığında Erythrai ile Khios’un arasındaki Ege Denizi’nin tam ortasına bırakırlar. Her iki kent, günün doğmasıyla beraber denizin ortasında parlayan heykeli görürler ve aynı anda sandallara binerek kendi kıyılarına çekmek için var güçleriyle uğraşmaya başlarlar. Ancak şatın hiç kıpırdamadan yerinde durmaya devam etmesi Erythralıları düşünmeye iter. En sonunda kentlerindeki bir bilgeye danışmaya karar verirler. Bilge onlara şatı ipe bağlayıp ayaklarıyla kıyıya çekmelerini tavsiye eder. Ancak tüm çabalara rağmen birleşen urganlar karaya ulaşmadığı için deneme başarısızlıkla sonuçlanır. Ve yeniden Bilge’nin yolu tutulur. Bu sefer yaşlı adam, tüm Erythralı kadınların saçlarının kesilip örülerek, ipin ucuna bağlanmasını öğütler. Erythrai’deki tüm kadınlar ve kızlar saçlarını kesip,, örerler ve şata bağlı ipin ucuna eklerler. Böylelikle muhteşem heykel kıyıya çekilir. Bir süre sonra aynı kentte Hermes’in tapınağı kurulur ve Tanrının heykeliyle onu çekmek için kullandıkları ipi ve örme saçın bir bölümünü bu tapınağa hatıra olarak koyarlar. Böylesi zor bir durumu başarıyla tamamladıkları için kazandıkları güven sayesinde Erythrai kentinde yaşam o günden sonra daha rahat ve güvenli geçer.
Bugün Çeşme, büyük, güzel ve kalabalık koyları, ılık denizi ve elenmiş görünümünü veren incecik kumu ile görsel bir ziyafet sunuyor insanlara. Hele hele şiddetli esen rüzgara kapılarak dalgalarla dans eden sörfçüler, Çeşme sahillerinin hemen hepsinde görülmeye değer enstantaneler yaratıyorlar. Özellikle Alaçatı koyunda rüzgarın çekiciliğine kapılmış ve dalgaların üzerinde uçan birçok sörfçüyle karşılaşmak ve rüzgar estiği sürece, sabahın erken saatlerinde ya da akşamüstü her ne zaman olursa olsun onları, dalgaların arasında, köpüklerin içine girip çıkışlarını izlemek mümkün. Dalgalarla bu derece oynayışlarını izlemek ise çok keyif veriyor insana. Öte yandan astım ve kalp rahatsızlıkları olanlar için tedavi edici özelliğe sahip kaplıcaları ve romatizmal hastalıklar için doktorlar tarafından tavsiye edilen yumuşak ve incecik kumlarda yürümek bir başka güzellik veriyor bu beldeye. Serin sularıyla tanınan Ege Denizi’nin en ılık koylarına sahip olan Çeşme; fazla derin olmayan deniziyle her yaştan insanın tercih ettiği bir yer. Bu nedenle insanı dinlendiren bu mavi sularda yüzmek, hiç de zor değil. Ancak çok kalabalık olduğu için böylesi güzel mekanların tadını çıkarmak, plajda yer aramak söz konusu olduğunda, biraz zaman alabiliyor. Ve tabii istediğiniz gibi bir yer bulduğunuzda kan ter içinde kalıyorsunuz. Ama her ne kadar yakıcı güneş, günün her saatinde tüm sıcaklığıyla tam tepenizde olsa da; uzun geniş koylarda esen rüzgarın altında güneşlenirken, kavurucu sıcaklığı hiç anlamıyorsunuz. Ve ayaklarınızı yalayıp geçen su, bedeninizde varolan sıcaklığı da alıp götürüyor.
Gündüz kadar gecelerin de çok hareketli olduğu bu belde, her zaman her saatte hareketli ve kalabalık. Özellikle yaz geceleri...
İnsanı her daim etkileyen bu yer, çeşitli illerden gelen birçok insanın hem bulunduğu mekandan hem de yoğun iş temposundan biraz olsun uzaklaşmak için kaçtığı bir mekan. Dolaşmak ve biraz da alışveriş etmek için tercih edilmesi gereken en sakin zamanlar ise, ancak sabahın erken saatleri. Şehrin ünlü çarşısı şehir merkezindeki küçük bir alan üzerine kurulmuş. Uzun, ince bir yol üzerinde dükkanlardan dışarı taşmış kıyafetler, aksesuarlar ve çok çeşitli objelerin satıldığı mağazalar, butikler ve en çok da deri malzemelerinin bulunduğu dükkanlar yer allıyor. Diğer yandan çarşının içinde ilerlerken çok eskiden kalma taş binalarla karşılaşmak da mümkün. Daracık sokaklarda ilerlerken restore edilmiş eski evlerin yeni yüzleriyle tanışarak Çeşme’nin görkemli kalesi çıkıyor karşınıza
“Çeşme Kalesi” olarak bilinen bu yapı; 16. Yüzyılda Osmanlı Donanması tarafından bir üs olarak inşa edilmiş. Oldukça geniş bir alanı kaplayan bu yapının içi de dışı gibi çok büyük. Tamamen taştan yapılmış olan bu kale, hiçbir bozulma göstermeden günümüze kadar gelmiş en güzel yapılardan biri. Turistlerin ilgi odağı olan bu büyük yeri gezmek biraz zaman ve güç istiyor. Çünkü büyük ve kocaman yerleri çıkmak pek kolay değil. Tüm Çeşme’yi görmek için ise, en tepeye çıkmak gerekiyor. Tepeye çıkmak her ne kadar biraz çaba istese de uçsuz bucaksız denizin ufukla birleşimini görmeye değer ve tabii tüm Çeşme’yi...
yazı ve fotograf: Gönen Gerzile

Ege’de tarihi bir kent, Kuşadası

Geçmiş yaşamları günümüze taşıyan Kuşadası bugün oldukça farklı bir durumda. Limanın hemen önündeki alan üzerine kurulu olan kentin çarşısı, kentin en önemli ve dikkat çeken yerlerinden biri. Çünkü bu yer, Osmanlılar zamanında korsanların istilasından korunmak için yapılarak etrafı kale ve surlarla çevrilmiş. Böylelikle o günlerde halk, kuzey ve güneyde olmak üzere iki kapısı bulunan bu kalenin içinde yaşamış. Bugün her ne kadar yıkık bir kale görünüme sahip de olsa hayat bu alanın içinde hala devam ediyor. Ancak kentleşme sonucunda ortaya çıkan apartmanlar şehri büyüterek geniş bir alana yayılmasına sebep olmuş. Bu nedenle eski çağlarda varolan merkez, bugün daha çok çarşı mekanı olarak kullanılmakta. Çok çeşitli alternatifin olduğu bu mekanda alışveriş yapılabilecek birçok dükkan ve mağaza yer almış. Oldukça geniş bir sokak olan bu alanda eski zamanlardan kalma yıkık kale duvarları var. karşılıklı dükkanlarda ise turistlerin ilgisini çekebilecek otantik objeler, takılar ve deri aksesuarları satılmakta. Öte yandan Türk kültürünü ve yaşam biçimi gösteren kıyafetler, birbirinden güzel yöresel halı ve kilimler de dükkanların önüne taşarak halkın ve yabancıların beğenisine sunuluyor.
Uzun bir yol olan bu çarşının içinde yürürken, yan yana ve karşılıklı dizilmiş dükkanlardan taşan ürünlerin varolan ihtişam ilgimizi çekiyor. Ve kendimizi çarşının içine yayılmış renk armonisinin içinde buluveriyoruz. Öyle ki alışveriş etmek bizi ister istemez cezbediyor. Ya da hiçbir şey almak söz konusu olmasa bile tarihi kalıntılar arasında dolaşmak bize inanılmaz rahatlık veriyor. Bir zamanlar geçmişi koklamış olan bu mekanları, tekrar tekrar yaşama ve tanıma amacıyla çarşının aralarında bulunan sokaklara dalıveriyoruz. Ve birbirinden güzel görünümlere sahip cumbalı taş evlerle karşılaşıyoruz. Bugün birçoğu yeniden restore edilerek eğlence mekanı haline dönüştürülmüş olan evler, üzerinden çok uzun zaman geçmesine rağmen hala varolan tarihi dokuyu koruyor. Çoğu zaman bu evlerin arasında dolaşırken yolumuzu şaşırıp kayboluyoruz. Ancak birbirine geçişli olan dar sokaklar bir şekilde yolumuzu bulmamıza yardımcı oluyor.
Evlerin önüne kurulmuş tezgahlar, kapıları ardına kadar açılmış eğlence mekanları ve birbirine karışmış müzik sesleri .. Hepsi havanın kararmasıyla beraber farklı bir ifadeye bürünüyor. Ve sokakların varolan tüm güzelliği karanlıklara gömülürken farklı bir düzenlemeyle yeniden aydınlığa kavuşuyor. Işıklandırılmış binalar ve büyük demir kapılar ince, uzun ve dar sokaklara ayrı bir hava veriyor. İnsanı büyüleyen bu sokaklardan çıkıp limana doğru yol aldığımızda ise çarşının girişinde yer alan eski büyük bir binayla karşılaşıyoruz. Bu taş bina, 17. yüzyılda Osmanlılar döneminde yapılmış olan ve Kurşunlu Han adını taşıyan bir kervansaray. Masmavi bir gökyüzü ve uçsuz bucaksız denizin orta yerinde bir de küçücük bir ada var. Güvercin Ada olarak anılan bu ada 1834 yılında gerçekleşen Mora Ayaklanmasından sonra kontrol altına alınmak amacıyla karaya bağlanmış. Bugünkü iskelenin hemen önünden yürüyerek gidilen bu sevimli ada, Kuşadası’nı en güzel açılardan gören bir konuma sahip. Dış yüzü ağaçlarla kaplı olan bu Adanın çevresi Osmanlılar zamanında yapılmış bir kaleyle kaplı. Ancak iç alan oldukça küçük olduğu için sadece gezi ve çay içilen bir mekan olarak düzenlenmiş.
Gece ve gündüz her an nostaljiyi yaşayan bir mekan olan Kuşadası, sahilleriyle de ayrı bir güzelliğe sahip. Birbirinden geniş koylara sahip olan adadaki en ünlü plaj ise, Kadınlar plajı. Eskiden sadece kadınların girebildiği bir alan olan bu koyda artık yaş ya da cinsiyet farkı gözetilmiyor. Doğayı en güzel açılardan gören bu koy oldukça geniş ve uzun bir alana sahip. Öte yandan temiz havası ve ılık suyu sayesinde dinlendirici bir özelliği de içeriyor. Denizin rahatlatıcı suyu, sonbahar aylarında bile birçok insana çekici geliyor. Ve tüm gün denizi ısıtan güneş akşamla beraber dağların arkasına inerken denize girmek farklı bir huzur veriyor insana. Öyle ki, güneşin batışına karşı yüzerken suyun sakinliği, ruhunuza da sakinlik katıyor. Ve eve dönüş yolculuğunuzda yüksek bir tepeye çıkıp her şeye, yeniden bakma ihtiyacını duyuyorsunuz. Ağaçlara, denize, ufka ve geçmişin izlerine sahip Kuşadası’na.
yazı: Gönen Gerzile

Güzellik

Geçmişten bugüne kadar birçok kadın çeşitli ürünleri kullanarak güzelliklerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Oysa ki güzel olmak, sadece istemek ya da çeşitli çözüm yollarına başvurarak değil, kişinin kendi içinde varolan güzelliği keşfederek ortaya çıkarmasıyla mümkündür. Bunun temelinde ise kişinin kendine duyduğu güven yatmaktadır. Kişi, kendine güven duymadığı sürece ne yaparsa yapsın hiçbir konuda kendini mutlu ya da huzurlu görmeyecektir ve tabii güzel de. Oysa ki güzellik, öncelikle kişinin iç dünyasında başlar, gelişir ve büyür. Ne kadar mutlu ve huzurlu olursak içimizde var olan güzellik de o derece ortaya çıkar. Çünkü güzellik, insana önce zevk, sonra mutluluk verir. Ama tabii ki güzel olmak sadece muhteşem bir yüze sahip olmakla sınırlı değildir. Güzellik, kişinin vücut dilini sunuş, koruma, yansıtma özelliğini taşırken aynı zamanda sağlık, canlılık, neşe ve huzuru da beraberinde var etmektir. Güzellik, sağlıklı beslenme, düzenli bir yaşam ve bilinçli bir bakım sayesinde her kadının ulaşabileceği kaçınılmaz bir gerçektir.
yazı: Gönen Gerzile

18 Şubat 2008 Pazartesi

PARAŞÜTLE GÖKYÜZÜNDE SÜZÜLMEK...

Siz, hiç kendinizi bulutların arasından geçerek süzülen bir uçağın içinden aşağıya doğru bıraktınız mı?
Hani birçok kişinin kuşlara özenerek uçma arzusunu yerine getirmek istemesi gibi. Kendinizi rüzgara bırakarak yukarıdan aşağıyı seyrederek inmek, güneşe yukarıdan bakabilmek, gökyüzünde bulutlara ve rüzgara daha yakın olabilmek, onlara dokunabilmek, ister miydiniz?
Bugün bu arzularımızı gerçekleştirmek artık sadece bir hayal değil. Paraşütle atlamak, bir çok kişinin kolayca yapabildiği bir spor haline geldi. Günümüzde bir çok kişi paraşütle atlayabilmek için paraşüt eğitim kurslarına katılıyor ve belli çalışmalar sonrasında gözetim altında denemeler yapılıyor.
Ama gökyüzünde maviliklerin arasında her yere tepeden bakabilmek, kendini bir kuş gibi hissetmek her ne kadar çok keyifli de olsa hemen atlayışa geçmek kolay değil. İsteyen herkes hemen paraşüt kurslarına katılamıyor.
Öncelikle eğitim merkezlerinde adaylarda aranan belli kriterler, bazı şartlar var. Yaş, eğitim, kilo ve boy özellikleri önemli. Eğer sizin durumunuz eğitimcilerin belirledikleri kriterlerle uyuyorsa o zaman paraşüt kurslarına katılabilir ve rüzgarın sesini daha yakından duyabilirsiniz demektir.
Bir çok yerde yapılan bu atlayışların hepsi eğitim ve deneme ile yapılıyor. Paraşütçülükte ilerlemek isteyenler ise, bol bol atlayış yapabilmeki için devam eden eğitimlere katılmalı. Alınan her eğitim kişilerin bu alanda ilerlemesine ve gelişmesine sebep oluyor böylelikle Bir kuş misali gökyüzünde süzülmenin keyfine de diyecek olmuyor tabi..
yazı ve fotograf:: Gönen Gerzile

TRİATLON

Yüzme, bisiklet ve koşu sporlarının ard arda yapıldığı bir spor dalı olan Triatlon, her yaştan ve meslekten insanın yapabileceği bir aktivite. Yüzmeyi, bisiklete binmeyi ve koşmayı bilen insan, bu yarışlara katılabilir. Karşıdan bakıldığı zaman kolaymış izlenimini veren bu spor, aslında çok ciddi bir çalışma sürecini gerektiriyor. Hazırlık aşaması tam bir yıl sürüyor. Sporcular yarış öncesi hedeflerini belirleme amaçlı program yapıyor ve bu programı aksatmamaya çaba göstererek hazırlanıyorlar. Ancak yarışa katılmak isteyen kişinin kendi adına başarılı olabilmesi için en az 750 metre yüzebiliyor olması gerekiyor.
Bu sporu yapmak için belli bir yaş sınırlaması ve cinsiyet farkı yok. Yarışa katılan kişiler tabi oldukları yaş gruplarına dahil ediliyor ve yarış sonunda yapılan ödül töreni bu gruplara göre belirleniyor.
Bu spor özellikle Avrupa, A.B.D ve Avustralya’da oldukça önemli bir yer tutuyor. Yarışlara A.B.D’den yaklaşık 250.000 lisanslı sporcu katılırken, Türkiye’den ise, ancak 150 insan katılıyor.
Sporcuların yarışacakları mekanlar oldukça önemli. Özellikle yüzme etabının yapılması için mutlaka deniz kıyıları, göl çevreleri ya da havuzlarda olması gerekiyor. Türkiye’nin hemen her bölgesi yüzme etabı için oldukça elverişli olduğundan dolayı yarışa katılan her ülkenin tercih ettiği yer turistik bir mekan haline gelmiş durumda.
yazı: Gönen Gerzile fotograf: http://www.turbo.com/ web sitesinden alınıştır.

Triatlon Yarışları;

İlk olarak 1970 yılında Havaî Adası’nda ortaya çıkan bu spor, başlangıçta üç ayrı spor olarak yapılıyordu. Bu yarışlar; Triatlon Bert Vreeswijk adlı kaynağa göre, Yüzme: 3800 metre olmak üzere açık denizde
Bisiklet: 180 km. Oahu Adası çevresinde,
Koşu ise, 42.195 km’lik Honolulu Maratonu olarak düzenlenirdi.
Daha sonra 1977 yılında Deniz Kuvvetlerinde Yüzbaşı olarak çalışan 42 yaşındaki John Collins, bazı sporcular ve arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbet sırasında yapılan bu üç ayrı yarışmayı birleştirmeyi önerir. Başlangıçta bitirilmesi imkansız gibi görünen bu düşünce daha sonra birkaç taraftar bulur ve katılım oranı yükselince uygulanmaya başlanır. İçlerinde John Collins’in de bulunduğu bu ilk yarış, 1978 yılında yapılır. Yarış önce 3800 metre açık denizde kulaç atmaya başlar. Sudan çıkanlar hemen bisikletlerini alarak, 180 km’yi kapsayan Oahu Adası’nın çevresini dönerler. Ve en son olarak da 42 km. süren 195 metrelik koşu yarışını yaparlar. Toplam 11 saat 46 dk. 58 sn. süren bu yarışı bitiren kişi, Gordon Haller olur. Üç kişi yarışı tamamlayamaz. John Colins ise bu yarışı bitirenler arasındadır. İkinci yarışa ise, 1979 yılında 30 kişi katılır. Bu yarışa gösterilen ilgi artar ve bir televizyon kanalının yayınlamasıyla başka ülkelerin dikkatini çeker. Ve o günden sonra yarış organizasyonu kurularak büyür.
yazı: Gönen Gerzile

Türkiye’de Triatlon

Türkiye’nin Triatlon’u keşfetmesi, 1991 yılında olur. ilk yarış, aynı yıl Alanya’da gerçekleşir. O günden sonra katılımlar her geçen yıl daha çok artarak günümüze kadar gelir. Bugün Türkiye’nin birçok sahil kenarlarında düzenlenen bu yarışlar, küçük, büyük her kesimden insanın ilgiyle izlediği ve katılımda bulunduğu bir spora dönüşmüş durumda. En güzel yanı da her yaştan insanın katılabilmesi. Bu yarışlarda birinci gelmek çok önemli değil. En büyük amaç, kişinin kendi kendisiyle yarışıyor olması. Daha çok bayların ilgi gösterdiği bu spor dalına önceleri bayanlar pek katılmıyordu. Ancak gösterdikleri performans ve başarıları sayesinde son yıllarda katılım arttı. Her geçen gün bu spora artan ilgi, yarışları daha renkli ve hareketli kılıyor.
yazı: gönen Gerzile

TREKKİNG

Bugün birçok kişi tarafından tercih edilen bu spor, rüzgara, yağmura, kayalara ve soğuğa karşı dayanmaya çalışan oldukça tehlikeli ve zor bir spor dalı. Bu sporu yapmak isteyen kişi ya da kişiler bu alanı kapsayan özellikleri ve yanında bulundurması gereken malzemeleri bilmek durumunda. Çünkü her türlü tehlikeye maruz kalınabilecek anlar yaşamak söz konusu.
Bugün yüksek irtifa gerektiren (Trekking), sırt çantalı yüksek irtifa yürüyüşü (Backpacking), günübirlik doğa gezileri (Dayhiking) ve kırlarda yapılan uzun yürüyüşler (Hiking) adı altında farklı yürüyüş teknikleri var. Birbirinden oldukça farklı olan bu yürüyüşlerden en zor olanı genellikle dağlara çıkılan trekking yürüşçülüğüdür. Hava durumundan tutun da üzerinize giydiğiniz kıyafete kadar dikkat etmeniz gereken birçok madde var. Her şeyden önemlisi yanınıza alacağınız malzemelere özen göstermeli ve taşıyacağınız eşyalar sizi fazla yormayacak şekilde olmalıdır.
Öte yandan bir dağcının yola çıkmadan önce bilmesi gereken en önemli faktör de gideceği yerin hava durumunun nasıl olacağıdır. Eğer böyle bir durumdan haberdar değilseniz her an ani bir sis ve yağışlı havayla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu nedenle hem sağlığınız, hem de kişisel ihtiyaçlarınız için gerekli donanıma sahip olmanız gerekli. Bu donanımın en önemli özellikleri; sağlam yürüyüş ayakkabıları ya da bu iş için yapılmış dağcı botları, yedek kıyafet ve bir miktar gıdadır.
yazı: Gönen Gerzile, fotograf: www. BFN'den sitesinden alınmıştır.

Trekking yaparken...

Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ayağımıza giydiğimiz ayakkabılar. Günlük hayatımızda giydiğimiz ayakkabılarla yola çıkarsak ormanın içinde yürümek oldukça zorlaşabilir. Ve yağmurdan ıslanmış olan toprak, yaprak ve çamurla karıştığı için her an kaymaya uygun bir zemin haline gelir. Bu nedenle yürüyüşe uygun olarak yapılmış ayakkabılar tercih edilmeli. Bu ayakkabıların en büyük özelliği; altının ‘ibram’ denilen girintili çıkıntılı dişlere sahip ve sert lastikten yapılmış olmasıdır. Aksi taktirde doğada kaçınılmaz tehlikelerle karşılaşmak mümkün.
Yemyeşil doğanın içinde yürürken hareket halinde olan bedenimiz, belli bir ritimde yürüyen gruptan kopmamak için başlangıçta uyum sağlama açısından her ne kadar zorluk çekse de kısa bir süre sonra ortama uyum sağlayabiliyor. Yürüyüş grubunun belli bir yürüme temposu olmasına rağmen uzun mesafe yürüyüşü sırasında bireysel ani hareket ve yavaşlama hareketlerinin yapılması kişiye zarar vereceği için tavsiye edilmiyor. Onun yerine en etkin yürüme vücudun uyum sağlayabilmesi için yavaş başlayan yürüyüşün zamanla tempoya dönüştürülmesi. Ancak bu tempo grubun belirlediği bir tempo değil, kişinin kendi bünyesine göre düzenlediği bir yürüyüş temposudur. Bu nedenle adımlar kısa ve dengeli atılmalı ve başkalarına yetişmek için fazla efor harcanmamalıdır. Ancak bu yürüyüşler, kesinlikle düz yolda yaptığımız yürümelere benzemiyor. Doğal ortamda yaptığımız rahat yürüyüşler ne yazık ki bu ortamlara uygun değil. Böylesi mekanlarda yürürken belli bir yürüme tekniği var. Bu teknik, "atılan her adımda ayağı kitleme metodu ile bağlantılı. Bu yönteme göre, attığımız ilk adım sonrasında ayak yere sağlamca basıldıktan sonra diğer ayak sürüklenircesine çekilir ve yukarı kaldırılır. Bu sırada öndeki ayak üzerinde tamamen yükselerek bacak dik hale getirilir".
yazı: Gönen Gerzile

WİNDSURF:

Birçok alternatifin sunulduğu spor dünyasına yaklaşık 35 yıl önce eğlenceli ve bir o kadar da zor olan bir spor dalı eklendi. Rüzgar ve dalgayla bütünleşen bir spor, Windsurf.
Uzun bir tahtanın üzerinde dalgalara meydan okuyarak yapılan bu spor, dünyanın birçok sahilinde en çok tercih edilen alanlardan biri haline gelmiş durumda. Bu sporu yapmak için çok büyük dalgaların olmasına gerek yok. Ancak rüzgarın olması şart. Esen şiddetli rüzgar, tahtanın üzerindeki kişiyi denizin üzerinde adeta dans ettiriyor. Özellikle Windsurf kullanmasını çok iyi bilen bir kişiyle karşı karşıysanız o zaman izlenmeye değer karelerle yüz yüze geliyorsunuz. Geniş bir sahilde açıklardan kıyıya doğru gelen ve bir o yana bir bu yana dans eden sörf tahtasının üzerindeki kişi, bazen sert bir rüzgar yüzünden alabora olarak dengesini kaybedip, denize düşebiliyor. Ancak deneyimli bir sporcu büyük dalgaların arasından çıkıyor ve yaptığı hareketlerle ilginç sahneler sunuyor insanlara.
Dalgaların üzerinde birbirinden ilginç görüntülere şahit olduğumuz Windsurf’'un hikayesi çok eski değil. İlk olarak, 1970 yılında dünyanın en güzel sahillerinden biri olarak kabul edilen Kaliforniya'da ortaya çıkar. Dalga sörfcüleri olan; Hoyle Schweitzer ve Jim Drake'in dalga olmadığı zamanlarda da sörf yapabilmek için bir Surfboard'ın üzerine yelken takmaları sonucu keşfedilir. Ve o günden sonra bu spor öyle çok tutulur ki, bir anda Dünya'nın tüm sahillerine taşınır. Keşfedilmesinden hemen sonra Hoyle Schweitzer lisansı ile çıkan Windsurf sporu; sailboard ya da boardsailing olarak tarihe geçer. 1974 yılında ise bugün kullanılan Windsurf adı daha ağır basarak bu isimle anılmaya başlanır.
yazı: Gönen Gerzile

Sörf yapmak için gerekli olanlar...

Kıyıdan 90- 900 metre açıklıkta ve kayaların ya da kumun oluşturduğu bir sığlığa sahip her yerde sörf yapılabileceğini dile getiren uzmanlara göre; sörf yapmak önce tahtanın üzerinde durmakla başlıyor. Bu nedenle öğrenciye ilk çalışmalar kıyıda anlatılıyor. Ve ön denemeler yine kıyıya çok yakın mesafelerde gerçekleştiriliyor. Bu çalışmalar kişinin gelecekteki durumu için çok önemli. Çünkü kişi, tahtanın üzerindeki duruşunu ve hareketlerini ne kadar iyi öğrenip uygularsa başarılı olması da o derece mümkün.
Sörf yapmak için derin sularda oluşan büyük dalgaların arasından kayıp gitmek her ne kadar uzaktan bakan bizlere güzel görünse de aslında oldukça zor ve zahmetli. Sörfçülerin böylesi bir özelliği kazanmaları için düzenli ve sistemli bir çalışma ortamına sahip olmaları gerekiyor. Bunu yapmak için de tüm vakitlerini denizde harcamaları gerekmiyor. Ancak sörfü yapabilmek için belli kuralları ve de hareketleri bilmek ve yapmak önemli. İşin püf noktası; sörf tahtasına çıkıp düşmeden yelkeni kaldırmak ve rüzgarın yardımıyla kaymaya çalışmak. Ancak bunu yapabilmek için güçlü kol ve bacak kaslarına sahip olmak gerekiyor. Bu sporu öğrenmek için girişimde bulunanlar başlangıçta, yapamayacaklarını düşünüyorlar. Ama eğitmenler acemi bir kişinin 2-3 günlük bir süre içinde bu sporu çok kolay öğreneceklerini dile getiriyorlar. Onlara göre bir öğrencinin başarılı olması için sabırlı olması gerekiyor. Ve de çok çalışması. Böylece öğrenme aşamasında defalarca denize düşen kişi sabırlı olabildiği sürece başarılı olmaması imkansız.
yazı: Gönen Gerzile , Fotograf: internetten alinmistir.

windsürf sahilleri

Her yıl düzenlenen sörf yarışları sayesinde, dünyanın birçok yerinden gelen yarışçıların yaptıkları şovları izlemek muhteşem. İşte bu ilginç ve bir o kadar da izlemesi eğlenceli sporun yapıldığı en güzel yerler;
Fransa'da Tenerif sahilleri, Güney Amerika kıyıları, Haiti ve Kanarya Adaları. Türkiye'de, Çeşme'de Ilıca ve Alaçatı; Çanakkale'de Güzelyalı, Bodrum, Yalıkavak ve Gümbet sahilleri.
yazı: Gönen Gerzile

Spor dünyasında ilkler...

Tenis, binicilik, golf, basketbol, voleybol, güreş, paten, yüzme, jimnastik, okçuluk...... gibi tehlikeli ve eğlenceli özelliğe sahip çeşitli spor dalları bugün bir çoğumuzun ilgi alanı içinde.
Sporun ilk başlangıcı, Arkeolojik araştırmalara göre top ile oynanırmış ve bu oyunlar ilk Çin'de gerçeklemiş.
Tarihte ise en çok eski Mısır'da yaygındı. O dönemlerde yapılan avcılık, okçuluk, atlama ve güreş alanında gösterilen performans sayesinde Mısır, kazandığı başarılarla adını tarihe geçirmiştir.
Eski Roma'daki savaş arabaları sayesinde gelişim hızlanmış ve atletizim, boks, cirit ve disk atma sporlarına ilgi duyulmuştur.
Eski Yunan'da ise spor, ritüellere bağlı kalınarak, daha çok dinsel amaçlı yapılmıştır. O dönemlerde din ve sporun birleştirilerek yapıldığı en önemli etkinlik ise, tarihi İ.Ö. 776 olarak kabul edilen Olimpiyat oyunları olmuştur. Yunanlılar dönemindeki büyük gelişim sporun kimliği değiştirerek gelişmesine sebep olur.
İnsanoğlu artık içinde bulunduğu duruma bağlı olarak farkında olmadan etkinliklerini arttırmaya yönelir. Özellikle bağımsızlık düşüncelerinin egemen olmaya başladığı Rönesans Dönemi'nde insanlar dinin dışına çıkarak, farklı alanlara yönelir.
Böylelikle 15. ve 16. yüzyıllarda dünya, asillerin tercih ettiği atlarla tanışır.
Sanayi Devriminin başlamasıyla, birbirinden farklı birçok alanda çeşitli etkinlikler çıkar.
Böylece insanoğlu, bu çok çeşitli alanda kendine uygun olanı seçerek sağlıklı bir yaşam için spor yapmaya başlar.
yazı: Gönen Gerzile

ben

Selam , Internet ve bilgisayar özürlü biri olarak , bana arkadaşlarim "blog " aç dediklerinde , ilk sorum "O NE ? " oldu . Ben ne anlarim dedim, internetten , bilgisayardan. Ben maillerimi kontrol eder çikarım. Ama sevgili arkadaşlarim bana BLOG ne demek onu anlattilar. Bir dönem bazı dergilerde deneme yazılar yazmış biri olarak, yeniden bir şeyler yazmak söz konusu olunca,akan sular durdu ... Dedim öğretin hemen !! Yazılarımın bazılarını düzenleyip, derledim ve bu işe başladım. Bugünden sonra gerek eski yazılarımdan toparladıklarımı, gerek yeni yazılarımı buradan yayınlayacağım... Hepiniz hoşgeldiniz ..