3 Mart 2008 Pazartesi

Bir düş misali, Gökova...

Şu sıralar çok ilgi gören bir yeri merak ediyor ve rotamızı muhteşem olarak tanımlanan mekana çeviriyoruz. Burası Marmaris yolu üzerinde yer alan küçük bir kasaba. Adı, Gökova Körfezi...
Yolda giderken arka arkaya geçtiğimiz sık ve zorlu virajlar sonrasında her an kucaklaşacakmışız hissine kapıldığımız muazzam bir manzara var önümüzde. Tam karşımızda salınan uçsuz bucaksız deniz inanılmaz güzel. Gökyüzü, ağaçlar ve lebiderya bir manzara. Saatlerce orada kalmayı hayal ederken tam tepemizde bizi hiç yalnız bırakmayan kavurucu güneş, bize unutmaya çalıştığımız sıcaklığı hatırlatıyor. Böylelikle sıcaklardan daha uzaklara gitme arzusuyla arabamızı bu olağanüstü tepeden aşağıya doğru yönlendiriyoruz. Ve birbiri ardına sıralanmış Okaliptusların arasından geçerek Gökova Körfezi’nin kıyısına iniyoruz. Akyaka’ya...
Küçük bir yer olan Akyaka, önceleri pek bilinen bir yer değilken daha sonra Belediyenin Akyaka turizmini geliştirici çalışmaları ile 1992 yıllarında kendini göstermeye başlamış. Bugün bir çok turistin ilgi odağı olduğu bu güzel yerde en dikkat çeken özellikler; tabiki deniz, kum ve ormanlık alanı. Bir de balıkçılık.
Küçücük limanı ise köyün merkezinde yer alıyor. Çeşitli balıkların bulunduğu bu yerdeki restorantlarda balıklar, çeşitli otlar, köy ekmeği, leziz yemekler yemek mümkün. Diğer yanda burada bulunan evlerin mimarisi çok değişik. Evler bitişik değil. Genellikle ahşap. Kirişler ve işçilik muhteşem. Evlerin dışında hep süsleme ve işlemeler kullanılmış. Son derece modern bir görünüme sahip bu evlere her baktığımızda geçmiş zamanın izlerine de rastlıyorsunuz. Bu evlerin mimarisinin kime ait olduğunu sorunca öğreniyoruz ve aynı zamanda şaşırıyoruz Çünkü Bu evlerin mimarı olan Nail Çakırhan, mimarlık konusunda hiç bir eğitim almamış. Ancak, bu evlerin mimarisiyle 1983 yılında Ağahan mimarlık ödülünü kazanmış.
Ilık ve temiz bir havaya sahip olan Akyaka tek tek herkesin ruhuna değen güzel bir yer. Yumuşacık kumu ve denizi çok rahatlatıcı. Denizi, doğayı ve ormanı bir bütün olarak bir arada görmek çok güzel geliyor insana. Görsel açıdan muazzam doğası ile kendini belli eden bu körfezin her bucağı ayrı bir macerayı içinde barındırıyor. Akyaka köyünde konaklayabileceğiniz ve yemek yiyebileceğiniz bir çok yer var. Ancak Bu köye bağlı bir yer var ki o da Akyaka köyü Orman Kampı. Burası Orman Bakanlığı’na ait bir piknik alanı. Son derece dinlendirici bir yer.
Gökova Orman İşletme Şefliği olarak geçen bu mekanda 2001 yılında 2, 3 günlüğüne arkadaşlarımla çadır kurma şansımız olmuştu. Kısacık bir zaman diliminde Doğanın içinde yaşamanın ve uyumanın, kayalıkların arasından yürüyerek denize inmenin, yüzmenin, tadını çıkarmıştık. herkesin çadır kurabileceği bir alan, isteyen karavanıyla da gelebiliyor ya da sadece piknik amaçlı da kullanılabiliyordu. Ayrıca bu orman alanın içinde ailece kalabileceğiniz yerlerde mümkün. Ormanın içinde yer alan ve bungalaov tarzıyla yapılmış olan bu ahşap evlerden hem ormanı hem de ağaçların arasından tüm doğayı görebiliyorsunuz. Diğer yanda kampa ait küçük restoranlarda otururken tepeden denizi ve doğayı izlemek de çok keyifli. Öyle ki bazen denizin içinde yüzen balıkları bile görebiliyorsunuz. Ancak hava karardığı zaman mekan sessizleşiyor, karanlık her yeri kaplıyor. Her ne kadar lambalar yanıyor da olsa sessizlik mekanın geneline çöküyordu. Ancak çadırların arasından yükselen gitar ve söylenen şarkılar yalnızlığımızı hafifletiyordu. Sabahları kuşların sesiyle uyanarak kayalıkların arasından aşağıya inip denize girmek ise ayrı bir keyif. Ancak iniş sırasında taşlar hareketli ve kaygan olduğu için dikkatli inmek gerekiyor ve hatta mümkünse terlik ya da çıplak ayak yerine lastik ayakkabılarla inmek çok daha iyi. Sık ağaçların arasından inişinizi gerçekleştirdiğinizde sanki size özelmiş gibi küçücük koydan durgun denize girmenin keyfini yaşıyorsunuz. Kayalık bir alan olduğu için denizden çıkarken her an yanı başınızda bir yengeçle karşılaşmanız mümkün. Ama inanılmaz güzellikte olan manzaranın içinde olmak duygusu her şeye değer...
yazı ve Fotoğraflar: Gönen Gerzile

Ege'de dini bir merkez; Meryem Ana Evi

Bugün İzmir-Selçuk yolu üzerinden gidilen Meryem Ana ören yerine harabeleriyle meşhur Efes'in üzerinde yer alan dik yokuşu çıkarak ulaşılır. Oldukça dar bir yol olan yokuşu tırmanırken arabanızdan gördüğünüz ucu bucağı olmayan manzara karşısında nefesinizi tutma ihtiyacı hissedersiniz. Her ne kadar durup manzaranın güzelliğini seyretmek istesiniz de çok dar ve dik olan yokuş buna izin vermez. Ve kendinizi doğanın temiz ve serin havasına eşlik ederek giderken bulursunuz. Açık pencerelerden içeriye giren rüzgar, arabaların geniş bir alana girmesiyle son bulur. Ancak çok geniş bir mekan üzerine kurulu olan Meryem Ana ören yerinin büyülü atmosferi sizi hemen sarıp sarmalar. Güneşli bir havada çıktığımız bir gezide Meryem Ana Evi’ni ziyaret etme şansını elde ettik. Ve.. Büyük ve ulu ağaçların arasında kaybolmuş kendi halinde yaşayan bir kent profili çizen bu mekanın etkisine kapılarak kendimizi bu düzgün ve özenli mekanın park alanında buluveriyoruz.
Sonra uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası gelinen geniş meydanda araçlarımızı bırakarak yürümeye başlıyoruz Bu yol üzerinde turistler için hazırlanmış Meryem Ana ve Hz. İsa'ya ait aksesuarların yanında çeşitli dini kitaplar, bölgedeki tarihi yerlere ait küçük heykellerin sunulduğu küçük bir hediye dükkanı ve de bir cafe yer almakta. Her şeye rağmen oldukça sessiz bir mekan olan bu yerin az ilerisinde tarihi görüntüler karşımıza çıkıyor. Bu görüntülerin en belirgin olanı Meryem Ana'nın evine gelmeden önce bir meydanın ortasında duran büyük, yuvarlak bir çukur. Anahtar deliğini andıran bu çukur, tur rehberlerinin açıklamalarına göre, eski dönemlerde kullanılan bu geniş toplantı (Atrium) meydanının havuzu. O dönemlerde dar olan kısımda yer alan merdiven, zaman içinde yok olarak hiçbir yerden iniş ve çıkışlı mümkün olmadığı derin bir çukur olarak günümüze kadar gelmiş.
Daha sonra Meryem Ana'nın Evine giden levhaları takip ederek yol alyoruz. Ağaçlıklı bir alan olan bu yol üzerinde bir kaç dile çevrilmiş Meryem Ana Evi başlıklı büyük tabelalarla karşılaşıyoruz. Bu büyük levhalarda; eve ait bilgiler, Hz. İsa hakkında kutsal kitaplara geçmiş olaylar ve Meryem Ana ile beraber bu bölgeye gelen St. Jean'la ilgili tarihsel durumlardan bahsedilmekte. Öte yandan Burada yapılan dini törenler hakkında da yazılar bulunmaktadır.
Yol üzerinde olan Meryem Ana’nın tunçtan yapılmış bir heykelinin az ilerisinde pazar günleri yapılan ayin alanı bulunuyor. Burada her yıl 15 Ağustos'ta din adamlarının ve ziyaretçilerin katılımı sonucu gerçekleşen geleneksel bir ayin düzenlendiğini ve Meryem'in göğe yükselişini, Allah’ın vahiy yoluyla dile getiren Hz. İsa hakkında konuşmalar yapılarak ilahiler okunduğunu öğreniyoruz.
Bu yolun sonunda Meryem Ana’nın evi olan "Haç planlı ve kubbeli" olarak biçimlenmiş küçük bina, kocaman ağaçların dalları arasında bir minyatür edasıyla karşımıza çıkıyor. Her yeri taş olan bu tek katlı bina, çeşitli kaynaklara göre; yüzyıllar önce, insanlar tarafından babası belli olmayan bir çocuk doğurduğu için aşağılanan Meryem Ana'nın son dönemlerini yaşamak üzere geldiği sırada St. Jean tarafından inşaa edilmiş olduğu vurgulanır.
T konumunda olan evin iki ayrı kapısı ve kapıların üzerinde hafif tonozlar yer almaktadır. Bu dar alandan geçerek içeriye girildiği zaman küçük bir mekanla karşılaşıyoruz. Oldukça dar ve küçük bir mekan olan bu odanın içinde her iki tarafında mum yakılması için düzenlenmiş dilek bölümleri ve kapının tam karşısına denk gelen duvarda ise Meryem Ana'nın oğlu Hz. isa ile olan resmi yer alıyor. Duaların yapıldığı bu mekanın sessizliğine uyum sağlayan insanlar dileklerini tuttuktan sonra usulca Meryem Ana'nın yatak odası olarak bilinen diğer bölümünden geçerek dışarı çıkarlar. Sonra evin hemen yanında yer alan ve M.S. 4. yy'da yapıldığı sanılan kilisenin önündeki merdivenleri kullanarak Meryem Ana Evi'nin altından geçen şifalı sudan içmek için bir alt katta bulunan alana iniyoruz. Suyumuzu içtikten sonra oldukça serin ve yemyeşil bir ormanın içinde olmanın verdiği huzurla bu mistik dünyadan ayrılmak üzere park alanına doğru ilerliyoruz. Ve arabalarımızdaki yerlerimizi alıyoruz. insanın içini saran bu büyülü atmosferden aşağıya inerken yüreğimizde varolan dileklerimiz, dualarımızla birleşiyor ve yüzümüzdeki tebessümle yeni mekanlara doğru yol alıyoruz..
yazı: Gönen Gerzile fotograf: http://www.phototukey.netten/ alınmıştır.

İzmir'de eski bir han; Kızlarağası Hanı

Eskinin gizemli dünyasını günümüze kadar taşıyan bu mekan, İzmir’deki ticari potansiyeli çok iyi tanıdığı ve bu kentteki ticari bağlantıları çok iyi olan ve I. Mahmut’un Kızlarağası olan Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Çeşitli yerlerde camii, medrese, tekke, kütüphane, çeşme... yaptırmış olan Hacı Beşir Ağa, 1744 yılında unvanı olan Kızlarağası adıyla bu hanı yaptırmıştır.
Büyük Hisar Camisinin önündeki 4000 metrekarelik bir alan üzerinde oturan Kızlarağası Hanının giriş kapısının duvarında Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılıp monte edilmiş bir kitabe yer alır.
Bugünün Türkçe’siyle;
İnşa Kitabesi
“ Ülkeler fetheden Padişah Mahmut Han uygun görse
Darü’ş – şerefine yakışır böyle büyük bir Ağa seçse
Himmeti yüksek parlak görüş sahibi Hacı Beşir Ağayı
Bu güzel han binasını o eli açık kişi yaptırdı.
Tarih düş dese ne ola bu dünyayı süsleyen mısra
Hakka uygun bu güzel yerde yeni han bina edildi.”
Diyerek şair, tarih düşürdü. Sene 1744
18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu döneminin en önemli liman kentlerinden biri olan İzmir, yüzyıllar boyunca doğu kültürünü batıya taşıyan ipek yolunun son duraklarından biriydi. Böyle önemli bir kentin etrafında yer alan hanlar, kervanların güvenliğini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiş korunaklı binalar olarak yapılıyordu. Bu binaların içleri; yolcuların yatabileceği odalar, eşyaların konabileceği depolar, hamamlar, ahırlar, ve avlu içinde yer alan mescitler olarak düzenleniyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun özgün eserleri arasında sayılan Kızlarağası Hanı ise, Osmanlı mimarisinde az rastlanan bir plana bağlı kalınarak, “kareye yakın dikdörtgen, açık bir avlu etrafında iki katlı ve altı kapılı” olarak inşa edilmiş. Başlangıçta konaklama ve depolama olarak kullanılan bu hana, doğunun gizemli yollarından yorgun develerin sakin yürüyüşleriyle batıya taşıdıkları nadide ipek ve halıları indirilirmiş. Bu indirilen yüklerin bir kısmı ihraç edilmek üzere depolara kaldırılırken bir kısmı da satışa sunulmak üzere üst kattaki alışveriş dükkanlarına yerleştirilirmiş. Hanın büyük demir kapıları sabahın en erken saatlerinde açılır, havanın kararmasıyla birlikte kapanırmış.
Zamanla İzmir’de ki tüccarların ticari ilişkilerinin gittikçe artması nedeniyle hanın etrafında yer alan ve yaptıkları işlere göre adlandırılmış olan Bedestenler – “Cevahir Bedesteni”, “Çuha Bedesteni”, “Bakır Bedesteni” de hana dahil edilir. Böylece Bakırcılık, Kürkçülük , Hurdacılık , Bakkallık ... yapılan dükkanlar sayesinde han, Pazar ve ticaret merkezi olarak kullanılmaya başlanır. Bedestenler o günden beri ara geçitler sayesinde hanın avlusuna bağlanıyor.
Yıllar sonra sanayinin gelişmeye başlamasıyla birlikte kentte değişim ve gelişim süreci içine girmeye başlar Dolayısıyla ticaret de eski önemini yitirir. Bundan kısa bir süre sonra hanın hemen önünden geçen deniz, kentin genişleme projesine dahil edilerek, doldurulma işlemine tabii tutulur. Böylece bir zamanlar önünden salınarak geçen gemileri seyreden Kızlarağası hanı, sahile 200 m kadar uzak kalır. Ve oynak bir zemin üzerinde bulunduğu için de heyelan nedeniyle çeşitli sarsıntılar geçirmiş ve değişik tarihlerde bazı bölümleri ciddi zararlara uğramıştır. Bu nedenle 1989 ve 1993 yılları arasında İzmir Büyük şehir Belediyesinin desteğiyle orijinal özelliklerine bağlı kalınarak geniş çaplı bir restorasyon geçirerek bugünkü görünümünü alır.
Bugün bir alışveriş merkezi olarak kullanılan bu görkemli hanın büyük demir kapısından içeri girdiğimiz zaman bir anda dış dünyayı unutuyor ve çok renkli, farklı bir mekanda buluyoruz kendimizi. Beşik tonozlu tavanların altında dolaşırken duvarlara monte edilmiş eski sokak lambaları dikkatimizi çekiyor .Ancak mekanı daha iyi aydınlatabilmek için dükkanların içine ve dışına florasan lambaları konulmuş olduğunu fark ediyoruz .. Uzun ince koridorlarda yürürken dükkanların dışına taşmış, kilimler, takılar, yastıklar, antikalar, nargileler ve daha pek çok objelerle karşılaşıyoruz. Havaya sinmiş tütsü kokularının arasında ilerlerken hanın büyülü atmosferinde kayboluveriyoruz.
Oldukça büyük ve bir çok küçük oldalardan oluşan bu mekanda dolaşırken bu hanin içinde aslında 200 adet dükkan olduğunu ve bu dükkanların 58 tanesinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne, 140 tanesinin, Kooperatif ortaklarına, 2 tanesinin de konak Belediyesine ait olduğunu öğreniyoruz aydınlatma sistemi yine, nostaljik görünüm sağlaması amacıyla duvarlara sadece eski sokak lambaları monte edilerek sağlanmış. koridorda ilerlerken duvara dayanmış büyük ve çok eski bir demir kapı ilişiyor gözümüze. Hikayesini hemen merak ediyor ve öğreniyoruz. Hanın yapıldığı yılarda kullanılırmış bu demir kapı. Ve demir sıcakken dökülüp, ustası tarafından hiçbir kaynak kullanılmadan sadece ve sadece dövülerek işlenirmiş. Ancak yıprandığı ve de çok ağır olduğu için artık günümüzde kullanılmıyormuş. Onun yerine bugün, dükkanları günümüz teknolojisine göre yapılmış kapılar koruyor. Geçmiş zaman kokusunun daha çok hissedildiği bu üst katta bir de heybetli Hisar Camisine karşı oturabileceğiniz küçük, şirin bir kafeterya da var. Burada otururken Hanın etrafını “U” şeklinde dolanan beşik tonozlu dükkanları ve kurşun kaplı çatıyı görünce ilk katta yolumuzu şaşırmamızın nedenini daha iyi anlıyoruz.
Dış dünyadan uzak kendi halinde yaşayan bu mekanın içinde dolaşmak, çay ya da kahve içmek çok keyifli Şehrin gürültüsünden ve hareketliliğinden uzaklaşmak isteyenler için ise kaçırılmaması gereken dinlendirici bir mekan.
yazı ve fotograf: Gönen Gerzile

25 Şubat 2008 Pazartesi

Ege’nin güneyinde eski bir merkez... Marmaris

Mitolojik kahramanlardan Heredot, Dionysos, Heraklitos gibi tanrıların doğum yeri olan Marmaris’te yaklaşık 10 antik şehrin izine rastlanılmıştır. Bugün hala birçok tarihi kalıntının bulunduğu bu yerlerden bazılarının isimleri; Bozburun (Tymnus), Hisarönü (Erine), Gölenye (Amos), Marmaris İlçesi (Fhyskos), Pisiköy (Psiye), Bozukkale (Loryma)... Antik çağın büyük mimar ve heykeltıraşları, eserlerini burada yaşamış tanrı ve tanrıçaların hikayelerinden esinlenerek yaratmışlardır. Bu kasabaya atfedilmiş öyküler onların esin kaynağı olurken hikayelerde dilden dile dolaşarak Marmaris yöresinin vazgeçilmez öyküleri halini alır.
Tarihi açıdan görsel zenginliklere ve dantela gibi işlenmiş koylara sahip bir kentin şirin, küçük ve güzel bir kasabası Marmaris’i görmeye gidiyoruz.
Tabii tüm heybetiyle gökyüzünde salınan güneşten nasibimizi alarak. Ancak öyle bir an geliyor ki, yaptığımız uzun yolculuk sonrasında karşı karşıya kaldığımız manzaranın etkisiyle nefesimizi tutma ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü yüksek bir tepede ilerleyen otobüsümüzün içinde, sanki her an kucaklaşacakmışız gibi dalgalanan uçsuz bucaksız Akdeniz, tüm ihtişamıyla tam karşımızda yerini alırken, bizler bu büyülü, bu güzel dünyayı keşfetme arzusuyla sık ve ulu ağaçların arasından iniyoruz aşağıya doğru, Okaliptusların arasından.
Coğrafi açıdan önemli bir yerde bulunan Marmaris, etrafı kıyıya Yalancı Boğaz olarak bilinen çok dar bir yarımada ve adalarla kaplı bir koyun içinde yer alıyor. Yüzyıllar önce denizden ya da karadan gelebilecek bir saldırıya karşı kenti korumak amacıyla bir tepenin üzerine yapılmış bir kale içindeki evler, zamanla kasabayı ele geçiren medeniyetlerin değişmesi ve gelişmesiyle büyür İlk İonialılar tarafından yapılmış olan kale, Kanuni Sultan Süleyman Rodos seferi (1522) sonrasında çok küçük bir alanda kurulu olduğu için onarılarak, büyütülür ve böylelikle hayat değişime uğrar. Yerleşim, önce kaleden eteklere oradan da kıyı boyuna yayılarak gelişir. Bugün oldukça küçük bir alanı kaplayan kalenin içi “1980 ve 1990 yılları arasında büyük çapta bir restorasyona girerek bugünkü görünümünü almıştır”. Ayrıca kalenin içinde değişik objelerin sergilendiği bir de müze yer almakta.
Küçük bir alan üzerinde kurulmuş olan bu kalenin dışında ise birbirlerine çok yakın yapılmış birçok eski ev var. Genellikle tek ya da iki katlı taştan yapılmış olan bu evlerin arasında dolaşıyor ve otantik eşyaların satılması amacıyla dükkan haline getirilmiş bazı evlere girip çıkarken kendimizi kasabanın içinde buluveriyoruz
Uzun soluklu bir dönemin bu küçücük kasabasında dolaşırken hızla akıp giden zamanın bir kenti alabildiğine değiştirmesine şaşırıyor ve hep söylenen bir soruyu tekrarlıyoruz kendimize. Tarihi bir kent nasıl bu kadar çabuk yok olabilir? Birçok medeniyete tanıklık etmiş olan Marmaris’in 1937 depreminde büyük ölçüde zarar görerek yıkılması sonrasında yeniden yapılandırılarak turistik bir mekan haline getirilmesi, bu kasabanın eski görünümünün tamamen değişmesine sebep olmuş. Ancak turizme yönelik çalışmaların arttırılması özelliğiyle Marmaris, bu yörede turizme açılan ilk ilçe olmuştur O günden bu yana birçok yerli - yabancı turisti ağırlayarak bu yöredeki turizmin gelişmesine öncü olur.
Ancak yeni yapılmış binaların birbirinden bağımsız, dağınık bir şekilde inşa edilmesi, ilçenin bir zamanlar varolan tüm güzelliğini bozmuş durumda. Merkezin her yanının otel ve apartlarla kaplı olması genel görünüm açısından biraz üzüntü veriyor. Fakat merkezdeki bu dağınıklık, kıyı kesimlerine indikçe farklılaşıyor. Özellikle Ege ile Akdenizin birleşim noktasındaki görünüm tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Öyle ki burada demir atmış gemilerin birbirini takip edercesine yan yana sıralanmışlığı bir başka dünyaya götürüyor bizi. Esen tatlı bir rüzgarın uğultusuna kulak vererek bırakıveriyoruz kendimizi, gemilerin ihtişamını seyretmeye. Karşımızda duran uçsuz bucaksız deniz ise marinaya demir atmış gemilerin arasından farklı bir güzelliğe bürünüyor. Yan yana sıralanmış gemilerin göklere uzanmış direklerini takip ederken tüm limanı bir uçtan diğer uca kadar gezme imkanına sahip oluyoruz. Limanın tam karşısında yer alan cafe - bar ve restauranlardan ise gemileri ve uçsuz bucaksız gökyüzüyle birleşen mor ve yeşil dağları seyretme keyfine doyamıyoruz. Havanın yavaş yavaş kararmasıyla yanan ışıklarla hareketlenen sokaklara ‘merhaba’ derken gece, ayrı bir güzelliğe bürünen bu şirin kasabada hayat eğlence mekanlarıyla devam ediyor. Birbirinden güzel koylara sahip Marmaris’te halk ve turistler istedikleri her yerden denize girebiliyor. Antik şehirlere ve koylara düzenlenen turlara katılabiliyor ve her daim en güzel enstantenelere sahip olan Marmaris’in bir çok tepesinden gün doğumlarını ve batışlarını seyrederek doğanın keyfini sürüyor..
yazı: Gönen Gerzile, fotograf: www.math.umn.edu/... adresinden alınmıştır.

22 Şubat 2008 Cuma

İzmir'de eski bir kent, Erytrai (Çeşme)

Sakız Adası’nın tam karşısına denk gelen bu yer içeriye doğru girintili çıkıntılı olduğu için deniz ticareti konusunda tarihin her safhasında korunaklı bir konumda olmuş. Aynı zamanda da güvenli. Çünkü Erythrai(Çeşme) kentine; geçmişte doğu ve batı ülkeleri ile ticari ilişkilere sahip olduğu için denizdeki hareketi kontrol etmek amacıyla yüksek bir tepede kurulmuş büyük bir Akropol yapılmış. Buradan tüm liman rahatça görülebiliyor ve denizden geçen gemiler kontrol edilebiliyordu. Öte yandan Sakız Adası ile Çeşme yarımadasının arasında varolan küçük geçit zamanla esen poyraza denk geliyor ve buradan geçmekte olan gemiler esen şiddetli rüzgarda alabora olmamak için Sakız Adası’na ya da Çeşme limanına sığınarak dinleniyorlar sonra tekrar yollarına devam ediyorlardı.
Bugün koylarıyla oldukça geniş bir alanı kaplayan Çeşme beldesinin tarihi geçmişi çok eski. M.Ö. 9. Yüzyıllarda kurulduğu sanılan bu kent, antik çağda Kiysus adını taşıyan bir kasaba olarak İonlar tarafından kurulmuş 12 kentten biri olan Erythrai’nin bir iskelesi olarak kullanılıyordu. Bugün hala liman kenti olarak kullanılan Çeşme, ilginç bir mitolojik öyküye sahip.
yüzyıllar önce İonia kentinde birbirlerine karşılıklı yaşayan Erythrai (Ildırı) ile Khios (Sakız) adalarında küçük ama sevimli iki kent varmış. Deniz ticaretini çok iyi olduğu bu kentler deniz geçiş yollarını kendi ellerine geçirme konusunda ısrar ettikleri için birbirleriyle anlaşamadıkları için devamlı sorunlarla karşılaşırlarmış. Bu nedenle o dönemin deniz ticaretinin büyük kısmını elinde tutan Fenikeliler, onların bu durumundan yaralanma amacıyla planlar yaparak iki kenti devamlı surette birbirine düşürürmüş. Yine böyle bir zamanda Fenikeliler, ticaret Tanrısı Hermes’in şat üstüne oturtulmuş altından bir heykelini yaparak gece karanlığında Erythrai ile Khios’un arasındaki Ege Denizi’nin tam ortasına bırakırlar. Her iki kent, günün doğmasıyla beraber denizin ortasında parlayan heykeli görürler ve aynı anda sandallara binerek kendi kıyılarına çekmek için var güçleriyle uğraşmaya başlarlar. Ancak şatın hiç kıpırdamadan yerinde durmaya devam etmesi Erythralıları düşünmeye iter. En sonunda kentlerindeki bir bilgeye danışmaya karar verirler. Bilge onlara şatı ipe bağlayıp ayaklarıyla kıyıya çekmelerini tavsiye eder. Ancak tüm çabalara rağmen birleşen urganlar karaya ulaşmadığı için deneme başarısızlıkla sonuçlanır. Ve yeniden Bilge’nin yolu tutulur. Bu sefer yaşlı adam, tüm Erythralı kadınların saçlarının kesilip örülerek, ipin ucuna bağlanmasını öğütler. Erythrai’deki tüm kadınlar ve kızlar saçlarını kesip,, örerler ve şata bağlı ipin ucuna eklerler. Böylelikle muhteşem heykel kıyıya çekilir. Bir süre sonra aynı kentte Hermes’in tapınağı kurulur ve Tanrının heykeliyle onu çekmek için kullandıkları ipi ve örme saçın bir bölümünü bu tapınağa hatıra olarak koyarlar. Böylesi zor bir durumu başarıyla tamamladıkları için kazandıkları güven sayesinde Erythrai kentinde yaşam o günden sonra daha rahat ve güvenli geçer.
Bugün Çeşme, büyük, güzel ve kalabalık koyları, ılık denizi ve elenmiş görünümünü veren incecik kumu ile görsel bir ziyafet sunuyor insanlara. Hele hele şiddetli esen rüzgara kapılarak dalgalarla dans eden sörfçüler, Çeşme sahillerinin hemen hepsinde görülmeye değer enstantaneler yaratıyorlar. Özellikle Alaçatı koyunda rüzgarın çekiciliğine kapılmış ve dalgaların üzerinde uçan birçok sörfçüyle karşılaşmak ve rüzgar estiği sürece, sabahın erken saatlerinde ya da akşamüstü her ne zaman olursa olsun onları, dalgaların arasında, köpüklerin içine girip çıkışlarını izlemek mümkün. Dalgalarla bu derece oynayışlarını izlemek ise çok keyif veriyor insana. Öte yandan astım ve kalp rahatsızlıkları olanlar için tedavi edici özelliğe sahip kaplıcaları ve romatizmal hastalıklar için doktorlar tarafından tavsiye edilen yumuşak ve incecik kumlarda yürümek bir başka güzellik veriyor bu beldeye. Serin sularıyla tanınan Ege Denizi’nin en ılık koylarına sahip olan Çeşme; fazla derin olmayan deniziyle her yaştan insanın tercih ettiği bir yer. Bu nedenle insanı dinlendiren bu mavi sularda yüzmek, hiç de zor değil. Ancak çok kalabalık olduğu için böylesi güzel mekanların tadını çıkarmak, plajda yer aramak söz konusu olduğunda, biraz zaman alabiliyor. Ve tabii istediğiniz gibi bir yer bulduğunuzda kan ter içinde kalıyorsunuz. Ama her ne kadar yakıcı güneş, günün her saatinde tüm sıcaklığıyla tam tepenizde olsa da; uzun geniş koylarda esen rüzgarın altında güneşlenirken, kavurucu sıcaklığı hiç anlamıyorsunuz. Ve ayaklarınızı yalayıp geçen su, bedeninizde varolan sıcaklığı da alıp götürüyor.
Gündüz kadar gecelerin de çok hareketli olduğu bu belde, her zaman her saatte hareketli ve kalabalık. Özellikle yaz geceleri...
İnsanı her daim etkileyen bu yer, çeşitli illerden gelen birçok insanın hem bulunduğu mekandan hem de yoğun iş temposundan biraz olsun uzaklaşmak için kaçtığı bir mekan. Dolaşmak ve biraz da alışveriş etmek için tercih edilmesi gereken en sakin zamanlar ise, ancak sabahın erken saatleri. Şehrin ünlü çarşısı şehir merkezindeki küçük bir alan üzerine kurulmuş. Uzun, ince bir yol üzerinde dükkanlardan dışarı taşmış kıyafetler, aksesuarlar ve çok çeşitli objelerin satıldığı mağazalar, butikler ve en çok da deri malzemelerinin bulunduğu dükkanlar yer allıyor. Diğer yandan çarşının içinde ilerlerken çok eskiden kalma taş binalarla karşılaşmak da mümkün. Daracık sokaklarda ilerlerken restore edilmiş eski evlerin yeni yüzleriyle tanışarak Çeşme’nin görkemli kalesi çıkıyor karşınıza
“Çeşme Kalesi” olarak bilinen bu yapı; 16. Yüzyılda Osmanlı Donanması tarafından bir üs olarak inşa edilmiş. Oldukça geniş bir alanı kaplayan bu yapının içi de dışı gibi çok büyük. Tamamen taştan yapılmış olan bu kale, hiçbir bozulma göstermeden günümüze kadar gelmiş en güzel yapılardan biri. Turistlerin ilgi odağı olan bu büyük yeri gezmek biraz zaman ve güç istiyor. Çünkü büyük ve kocaman yerleri çıkmak pek kolay değil. Tüm Çeşme’yi görmek için ise, en tepeye çıkmak gerekiyor. Tepeye çıkmak her ne kadar biraz çaba istese de uçsuz bucaksız denizin ufukla birleşimini görmeye değer ve tabii tüm Çeşme’yi...
yazı ve fotograf: Gönen Gerzile

Ege’de tarihi bir kent, Kuşadası

Geçmiş yaşamları günümüze taşıyan Kuşadası bugün oldukça farklı bir durumda. Limanın hemen önündeki alan üzerine kurulu olan kentin çarşısı, kentin en önemli ve dikkat çeken yerlerinden biri. Çünkü bu yer, Osmanlılar zamanında korsanların istilasından korunmak için yapılarak etrafı kale ve surlarla çevrilmiş. Böylelikle o günlerde halk, kuzey ve güneyde olmak üzere iki kapısı bulunan bu kalenin içinde yaşamış. Bugün her ne kadar yıkık bir kale görünüme sahip de olsa hayat bu alanın içinde hala devam ediyor. Ancak kentleşme sonucunda ortaya çıkan apartmanlar şehri büyüterek geniş bir alana yayılmasına sebep olmuş. Bu nedenle eski çağlarda varolan merkez, bugün daha çok çarşı mekanı olarak kullanılmakta. Çok çeşitli alternatifin olduğu bu mekanda alışveriş yapılabilecek birçok dükkan ve mağaza yer almış. Oldukça geniş bir sokak olan bu alanda eski zamanlardan kalma yıkık kale duvarları var. karşılıklı dükkanlarda ise turistlerin ilgisini çekebilecek otantik objeler, takılar ve deri aksesuarları satılmakta. Öte yandan Türk kültürünü ve yaşam biçimi gösteren kıyafetler, birbirinden güzel yöresel halı ve kilimler de dükkanların önüne taşarak halkın ve yabancıların beğenisine sunuluyor.
Uzun bir yol olan bu çarşının içinde yürürken, yan yana ve karşılıklı dizilmiş dükkanlardan taşan ürünlerin varolan ihtişam ilgimizi çekiyor. Ve kendimizi çarşının içine yayılmış renk armonisinin içinde buluveriyoruz. Öyle ki alışveriş etmek bizi ister istemez cezbediyor. Ya da hiçbir şey almak söz konusu olmasa bile tarihi kalıntılar arasında dolaşmak bize inanılmaz rahatlık veriyor. Bir zamanlar geçmişi koklamış olan bu mekanları, tekrar tekrar yaşama ve tanıma amacıyla çarşının aralarında bulunan sokaklara dalıveriyoruz. Ve birbirinden güzel görünümlere sahip cumbalı taş evlerle karşılaşıyoruz. Bugün birçoğu yeniden restore edilerek eğlence mekanı haline dönüştürülmüş olan evler, üzerinden çok uzun zaman geçmesine rağmen hala varolan tarihi dokuyu koruyor. Çoğu zaman bu evlerin arasında dolaşırken yolumuzu şaşırıp kayboluyoruz. Ancak birbirine geçişli olan dar sokaklar bir şekilde yolumuzu bulmamıza yardımcı oluyor.
Evlerin önüne kurulmuş tezgahlar, kapıları ardına kadar açılmış eğlence mekanları ve birbirine karışmış müzik sesleri .. Hepsi havanın kararmasıyla beraber farklı bir ifadeye bürünüyor. Ve sokakların varolan tüm güzelliği karanlıklara gömülürken farklı bir düzenlemeyle yeniden aydınlığa kavuşuyor. Işıklandırılmış binalar ve büyük demir kapılar ince, uzun ve dar sokaklara ayrı bir hava veriyor. İnsanı büyüleyen bu sokaklardan çıkıp limana doğru yol aldığımızda ise çarşının girişinde yer alan eski büyük bir binayla karşılaşıyoruz. Bu taş bina, 17. yüzyılda Osmanlılar döneminde yapılmış olan ve Kurşunlu Han adını taşıyan bir kervansaray. Masmavi bir gökyüzü ve uçsuz bucaksız denizin orta yerinde bir de küçücük bir ada var. Güvercin Ada olarak anılan bu ada 1834 yılında gerçekleşen Mora Ayaklanmasından sonra kontrol altına alınmak amacıyla karaya bağlanmış. Bugünkü iskelenin hemen önünden yürüyerek gidilen bu sevimli ada, Kuşadası’nı en güzel açılardan gören bir konuma sahip. Dış yüzü ağaçlarla kaplı olan bu Adanın çevresi Osmanlılar zamanında yapılmış bir kaleyle kaplı. Ancak iç alan oldukça küçük olduğu için sadece gezi ve çay içilen bir mekan olarak düzenlenmiş.
Gece ve gündüz her an nostaljiyi yaşayan bir mekan olan Kuşadası, sahilleriyle de ayrı bir güzelliğe sahip. Birbirinden geniş koylara sahip olan adadaki en ünlü plaj ise, Kadınlar plajı. Eskiden sadece kadınların girebildiği bir alan olan bu koyda artık yaş ya da cinsiyet farkı gözetilmiyor. Doğayı en güzel açılardan gören bu koy oldukça geniş ve uzun bir alana sahip. Öte yandan temiz havası ve ılık suyu sayesinde dinlendirici bir özelliği de içeriyor. Denizin rahatlatıcı suyu, sonbahar aylarında bile birçok insana çekici geliyor. Ve tüm gün denizi ısıtan güneş akşamla beraber dağların arkasına inerken denize girmek farklı bir huzur veriyor insana. Öyle ki, güneşin batışına karşı yüzerken suyun sakinliği, ruhunuza da sakinlik katıyor. Ve eve dönüş yolculuğunuzda yüksek bir tepeye çıkıp her şeye, yeniden bakma ihtiyacını duyuyorsunuz. Ağaçlara, denize, ufka ve geçmişin izlerine sahip Kuşadası’na.
yazı: Gönen Gerzile

Güzellik

Geçmişten bugüne kadar birçok kadın çeşitli ürünleri kullanarak güzelliklerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Oysa ki güzel olmak, sadece istemek ya da çeşitli çözüm yollarına başvurarak değil, kişinin kendi içinde varolan güzelliği keşfederek ortaya çıkarmasıyla mümkündür. Bunun temelinde ise kişinin kendine duyduğu güven yatmaktadır. Kişi, kendine güven duymadığı sürece ne yaparsa yapsın hiçbir konuda kendini mutlu ya da huzurlu görmeyecektir ve tabii güzel de. Oysa ki güzellik, öncelikle kişinin iç dünyasında başlar, gelişir ve büyür. Ne kadar mutlu ve huzurlu olursak içimizde var olan güzellik de o derece ortaya çıkar. Çünkü güzellik, insana önce zevk, sonra mutluluk verir. Ama tabii ki güzel olmak sadece muhteşem bir yüze sahip olmakla sınırlı değildir. Güzellik, kişinin vücut dilini sunuş, koruma, yansıtma özelliğini taşırken aynı zamanda sağlık, canlılık, neşe ve huzuru da beraberinde var etmektir. Güzellik, sağlıklı beslenme, düzenli bir yaşam ve bilinçli bir bakım sayesinde her kadının ulaşabileceği kaçınılmaz bir gerçektir.
yazı: Gönen Gerzile