3 Mart 2008 Pazartesi

İzmir'de eski bir han; Kızlarağası Hanı

Eskinin gizemli dünyasını günümüze kadar taşıyan bu mekan, İzmir’deki ticari potansiyeli çok iyi tanıdığı ve bu kentteki ticari bağlantıları çok iyi olan ve I. Mahmut’un Kızlarağası olan Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Çeşitli yerlerde camii, medrese, tekke, kütüphane, çeşme... yaptırmış olan Hacı Beşir Ağa, 1744 yılında unvanı olan Kızlarağası adıyla bu hanı yaptırmıştır.
Büyük Hisar Camisinin önündeki 4000 metrekarelik bir alan üzerinde oturan Kızlarağası Hanının giriş kapısının duvarında Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılıp monte edilmiş bir kitabe yer alır.
Bugünün Türkçe’siyle;
İnşa Kitabesi
“ Ülkeler fetheden Padişah Mahmut Han uygun görse
Darü’ş – şerefine yakışır böyle büyük bir Ağa seçse
Himmeti yüksek parlak görüş sahibi Hacı Beşir Ağayı
Bu güzel han binasını o eli açık kişi yaptırdı.
Tarih düş dese ne ola bu dünyayı süsleyen mısra
Hakka uygun bu güzel yerde yeni han bina edildi.”
Diyerek şair, tarih düşürdü. Sene 1744
18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu döneminin en önemli liman kentlerinden biri olan İzmir, yüzyıllar boyunca doğu kültürünü batıya taşıyan ipek yolunun son duraklarından biriydi. Böyle önemli bir kentin etrafında yer alan hanlar, kervanların güvenliğini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiş korunaklı binalar olarak yapılıyordu. Bu binaların içleri; yolcuların yatabileceği odalar, eşyaların konabileceği depolar, hamamlar, ahırlar, ve avlu içinde yer alan mescitler olarak düzenleniyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun özgün eserleri arasında sayılan Kızlarağası Hanı ise, Osmanlı mimarisinde az rastlanan bir plana bağlı kalınarak, “kareye yakın dikdörtgen, açık bir avlu etrafında iki katlı ve altı kapılı” olarak inşa edilmiş. Başlangıçta konaklama ve depolama olarak kullanılan bu hana, doğunun gizemli yollarından yorgun develerin sakin yürüyüşleriyle batıya taşıdıkları nadide ipek ve halıları indirilirmiş. Bu indirilen yüklerin bir kısmı ihraç edilmek üzere depolara kaldırılırken bir kısmı da satışa sunulmak üzere üst kattaki alışveriş dükkanlarına yerleştirilirmiş. Hanın büyük demir kapıları sabahın en erken saatlerinde açılır, havanın kararmasıyla birlikte kapanırmış.
Zamanla İzmir’de ki tüccarların ticari ilişkilerinin gittikçe artması nedeniyle hanın etrafında yer alan ve yaptıkları işlere göre adlandırılmış olan Bedestenler – “Cevahir Bedesteni”, “Çuha Bedesteni”, “Bakır Bedesteni” de hana dahil edilir. Böylece Bakırcılık, Kürkçülük , Hurdacılık , Bakkallık ... yapılan dükkanlar sayesinde han, Pazar ve ticaret merkezi olarak kullanılmaya başlanır. Bedestenler o günden beri ara geçitler sayesinde hanın avlusuna bağlanıyor.
Yıllar sonra sanayinin gelişmeye başlamasıyla birlikte kentte değişim ve gelişim süreci içine girmeye başlar Dolayısıyla ticaret de eski önemini yitirir. Bundan kısa bir süre sonra hanın hemen önünden geçen deniz, kentin genişleme projesine dahil edilerek, doldurulma işlemine tabii tutulur. Böylece bir zamanlar önünden salınarak geçen gemileri seyreden Kızlarağası hanı, sahile 200 m kadar uzak kalır. Ve oynak bir zemin üzerinde bulunduğu için de heyelan nedeniyle çeşitli sarsıntılar geçirmiş ve değişik tarihlerde bazı bölümleri ciddi zararlara uğramıştır. Bu nedenle 1989 ve 1993 yılları arasında İzmir Büyük şehir Belediyesinin desteğiyle orijinal özelliklerine bağlı kalınarak geniş çaplı bir restorasyon geçirerek bugünkü görünümünü alır.
Bugün bir alışveriş merkezi olarak kullanılan bu görkemli hanın büyük demir kapısından içeri girdiğimiz zaman bir anda dış dünyayı unutuyor ve çok renkli, farklı bir mekanda buluyoruz kendimizi. Beşik tonozlu tavanların altında dolaşırken duvarlara monte edilmiş eski sokak lambaları dikkatimizi çekiyor .Ancak mekanı daha iyi aydınlatabilmek için dükkanların içine ve dışına florasan lambaları konulmuş olduğunu fark ediyoruz .. Uzun ince koridorlarda yürürken dükkanların dışına taşmış, kilimler, takılar, yastıklar, antikalar, nargileler ve daha pek çok objelerle karşılaşıyoruz. Havaya sinmiş tütsü kokularının arasında ilerlerken hanın büyülü atmosferinde kayboluveriyoruz.
Oldukça büyük ve bir çok küçük oldalardan oluşan bu mekanda dolaşırken bu hanin içinde aslında 200 adet dükkan olduğunu ve bu dükkanların 58 tanesinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne, 140 tanesinin, Kooperatif ortaklarına, 2 tanesinin de konak Belediyesine ait olduğunu öğreniyoruz aydınlatma sistemi yine, nostaljik görünüm sağlaması amacıyla duvarlara sadece eski sokak lambaları monte edilerek sağlanmış. koridorda ilerlerken duvara dayanmış büyük ve çok eski bir demir kapı ilişiyor gözümüze. Hikayesini hemen merak ediyor ve öğreniyoruz. Hanın yapıldığı yılarda kullanılırmış bu demir kapı. Ve demir sıcakken dökülüp, ustası tarafından hiçbir kaynak kullanılmadan sadece ve sadece dövülerek işlenirmiş. Ancak yıprandığı ve de çok ağır olduğu için artık günümüzde kullanılmıyormuş. Onun yerine bugün, dükkanları günümüz teknolojisine göre yapılmış kapılar koruyor. Geçmiş zaman kokusunun daha çok hissedildiği bu üst katta bir de heybetli Hisar Camisine karşı oturabileceğiniz küçük, şirin bir kafeterya da var. Burada otururken Hanın etrafını “U” şeklinde dolanan beşik tonozlu dükkanları ve kurşun kaplı çatıyı görünce ilk katta yolumuzu şaşırmamızın nedenini daha iyi anlıyoruz.
Dış dünyadan uzak kendi halinde yaşayan bu mekanın içinde dolaşmak, çay ya da kahve içmek çok keyifli Şehrin gürültüsünden ve hareketliliğinden uzaklaşmak isteyenler için ise kaçırılmaması gereken dinlendirici bir mekan.
yazı ve fotograf: Gönen Gerzile

Hiç yorum yok: